Genel HaberlerManşet
Saygı ile anıyoruz
Türk sporunun önemli isimlerinden Değer Eraybar’ı ölümünün 13. yılında saygı ve rahmetle anıyoruz.
Voleybol Aktüel
Voleybolun Unutulmazları’nda Değer Eraybar
Türk voleybolunda gerçekten çok ama çok büyük izler bırakmış bir ağabey…
O voleybolumuzun en parlak yıldızlarından,
Olağanüstü yeteneğiyle,
Müthiş sıçramasıyla,
Tekniğiyle,
Yıllar boyunca voleybolumuza;
Sporcu, antrenör, teknik direktör ve gazeteci kimliğiyle hizmetleriyle
Tüm bunların yanında
Esprileri, anlatım, yazım, müzik, dans, taklit yeteneği ve çok renkli kişiliğiyle
Dilden dile anlatılan hikayeleriyle
Hiç unutulmayacak bir isim;
Alkışlarla Değer Eraybar ağabey geliyor.
Biliyorum ki nice genç sporcumuz, nice genç antrenör onun adını belki hiç duymadılar bile…
Biz buraya koyalım belki içlerinden birileri bugün, yarın ya da gün geldiğinde okusun, tanısın bu büyük ustayı…
Değer abiyi anlatacağız onu anacağız hep birlikte
“Biz” onu hiç unutmadık kalbimizde yaşamaya devam ediyor.
Değer ağabeyi buraya taşıyan, onun anısına #voleybolununutulmazlarıansiklopedisi ni Tunceli Munzur Üniversitesi kütüphanesine bağışlayan kişi kim peki?
Ailesinden, akrabalarından biri mi?
Hayır?
Mektepten arkadaşı mı?
Hayır.
Takım arkadaşı mı?
Hayır.
Sporcusu mu?
Hayır.
Tüm yanıtlar HAYIR
Ama varsın kimse olmasın.
“Voleybol Kardeşliği” ne inanan, vücutlarında kocaman yürek taşıyanlar elele…
Dün Hayim sahne almıştı Ateş Hoca (Muzaffer Tuncalp) ile..
Bugünse adını sıkça duyduğunuz, bir çok kütüphaneye ansiklopedimizi bağışlayan ve yürüdüğüm yolda beni/bizi hiç yalnız bırakmayan, başaracaklarımıza inananlardan biri:
Saygun Keskin
arkadaşım.
Bulunduğu her ortama neşe saçan, samimiyetiyle, vefasıyla, arkadaşlığıyla, yüreğiyle hepimizin kalbine sevgi ekenlerden biri…
Çok değil 10 gün kadar önce kızı
Yeliz Keskin Gültekin
ona şahane bir sürpriz yapmıştı hatırlarsanız ve şapa oturmuştu bizim çocuk…
O nedenle bugün Saygun’u tekrar uzun uzun anlatmayacağım.
Daha çok Değer ağabeyi konuşacağız.
Sağol varol Sayguncuğum düşüncene, kalbine
Ben Değer abiyi düşündüğümde yüzümde bir gülümseme oluşur. Onun voleybolunu hiç izleyemedim ama azıcık da olsa tanıma şansına sahip oldum.
İlginç kişiliği, esprileri, fıkraları, komik taklitleri…
Ve beach volley turnuvalarında ilerlemiş yaşına rağmen eline mikrofonu alıp hem sunuculuğa hem şarkıcılığa hem de Michael Jackson kalitesinde “Moon Walker” dansı…
Ayağını potaya değdirdiğini, orta sahadan kafası ile basket atmasını hiç görmemiş olsam da onun bu hikayelerini bizzat tanık olanlardan defalarca dinledim.
Kısaca o bir “voleybol efsanesi” dir. Ve unutulmayacaklar katında en başlarda yer almaktadır.
“Değer Eraybar, 1936 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken futbol oynayarak sporla tanıştı. Takıma seçildiği hafta içinde başına gelen bir sakatlık yüzünden futboldan kopmak zorunda kaldı.
1951’de Galatasaray genç takımında voleybol oynamaya başladı ve çok kısa bir süre sonra yeteneklerini göstererek (A) takım kadrosunda yer almaya başladı.
1956’da ilk defa giydiği ay yıldızlı formayı, 1967’de terk ederken “100 defa” milli olmuş “ilk Türk voleybolcusu” unvanını da elde etmiş, 92 kez milli takım kaptanlığı görevini üstlenmişti. 1964 yılında Zeynep Uluğ ile evlendi ve 1965’te Korel adında bir oğlu oldu.
Voleybola Galatasaray ile başlayan Değer Eraybar ve yine sarı-kırmızı forma ile görkemli bir jübile ile 1969’da oyunculuğa veda etti. Bir tek askerlik görevini yaparken farklı takımlarda; Harp Okulu ve Ortadoğu’da oynadı.
Faal sporculuk hayatını noktaladıktan sonra antrenörlüğe başladı. İstanbul ve Ankara karmaları, milli takımlar ve çeşitli kulüp takımlarını çalıştırdı.
1970’de Uluslararası antrenör diploması alarak mesleğindeki en önemli belgeye de sahip olmuş ve 1974’te İsveç’in Nornkoping takımının da antrenörlüğünü yapmıştır. Bunun yanında çeşitli gazetelerde spor yazarlığı da yapmıştır. Değer Eraybar 2008 yılında aramızdan ayrılmıştır.”
Onun hakkında yazılanlardan alıntılar geliyor şimdi de…
Vala Somalı’nın kitabından…
“1966 Dünya Şampiyonası” münasebetiyle, Budgoviç’de yapılan grup maçlarında,
Türkiye-Moğolistan ile oynuyordu. Bir evvelki Hollanda karşılaşmasında varlık gösteremeyen ve 3-0 mağlup olan Ay Yıldızlı Takım, ikinci maçında adeta hüviyet değiştirmişti. İlk üç sette 2-1 öne geçtiği maç süresince, taraflı-tarafsız kendilerini izleyen tüm seyircilere, ortaya koyduğu modern voleybol ile parmaklarını ısırttırmıştı heyecandan…
Türk milli voleybol takımı, bu prestij maçında dördüncü seti de daha ilk anlardan itibaren lehine dönüştürmüştü Moğollar önünde… Çünkü hiç hesapta olmayan ve arkadaşlarına, klasını konuşturarak “Doping” olan biri vardı takımda.
Bir piyanist, bir kemanist kadar hassas parmaklarıyla, smaçörlere mükemmel paslar atıyor, file üstü blok müdafaada olduğu kadar geri savunmada da en verimli, en güzel hareketleri yapıyordu maç başından beri…
Bazen balansiye, genellikle de attığı tenis servislerle yolladığı toplar 280 gramlık bir meşin yuvarlak değil de, adeta bir top mermisi gibi düşüyordu rakip alana… Hele hele hiç umulmadık anlarda, file üstüne yükselip de, sürpriz smaçlarından birini yapmadan evvel, rakip alandaki oyuncuların boşluklarını gözleyebilecek kadar havada vücudunu tutabilmesi, izleyiciler kadar otoriteleri de hayrete düşürüyordu.
Dünya voleybol klasmanında belirli bir yeri olan Moğolistan önünde, Türkiye’yi 3-1 galibiyete götüren bu komple voleybolcu, yıllarca sarı-kırmızılı armadaya da hizmet eden, şampiyonluklarda büyük pay sahibi Değer Eraybar’dan başkası değildi.
Moğolistan maçı sonrası, Çekoslovak gözlemcinin, basın mensuplarına;
“Bu Adam, Yer Çekimi Kanunu Altüst Etti” dediği Değer Eraybar, gerçekte bu seyahate milli takım antrenörü Murafa’nın yardımcısı olarak katılmıştı. Pasör Tunç Kurtböke, maçlara bir gün kala antrenmanda ters bir hareket yaparak kolunu kırınca, Murafa’nın ısrarlarına dayanamamış ve mecburen takımda yer almıştı.
1965-1966 sezonlarında biraz teklediği için tenkitlere uğramıştı. Hatta ona, “yaşlandı artık oynayamaz” teşhisini koyanlar bile olmuştu. O da etkilenmişti bu durumdan. Nitekim, antrenör Murafa’nın yardımcılığını kabul etmesi de bu yüzden olmuştu.
Fakat en kritik bir zamanda, hele ay yıldızlı armanın prestiji söz konusu olduğu bir maçta, görevden kaçmamış, ayrıca ortaya koyduğu süper oyunuyla takım arkadaşlarına moral kaynağı olmuştu.”
Enver Bağlarbaşı
“Sporculuğu bir başka, antrenörlüğü başka ve gazeteciliğiyle insanlığı bambaşkaydı Değer Eraybar’ın. Yaptığının en iyisini yapmaya çalışır. Her zaman insanları şaşırtmaya bayılırdı ama Değer Eraybar’ın bir başka özelliği daha vardı. Basın toplantılarında mutlaka en son soru sorar ya da konuşur ya da hediyesini verirdi.
Kıt kanaat geçinmesine rağmen gönlü zengindi, herkese göre mutlaka bir hediyesi vardı. Üşenmezdi, arar, araştırır en layık hediyeyi bulurdu. Basın toplantılarında herkes konuştuktan, herkes sorusunu sorduktan sonra söz alır ve
“Operada nasıl -şişman kadın- çıkmadan perde kapanmazsa burada da ben konuşmadan bu toplantı sona ermez.” derdi her zaman. Ve birbirinden ilginç ve zekâ kokan, zekâ dolu soruların yanında düşüncelerini belirtirdi.”
Hasan Uğur Epirden
“Fırtınalara karşı koyduğu, yüreğindeki mendireğinin arkasında kalan, sevgilere indeksli o sakin ve huzurlu marinasında herkesi barındırabilecek kadar cömert, “Voleybol Sarayı’ndaki altın tahtına rağmen, eşsiz kişiliğiyle biz çömezlerinin yanına bağdaş kurabilecek kadar mütevazı ve alçak gönüllü, zengin hayat mutfağını, tecrübe ve zekâyla ustaca donanmış masasını, elinde bir dilim kuru ekmeği kalana kadar paylaşabilecek kadar vasıflı ve saygın karakterli bir büyüğümüzdü o.
Bence en üzüldüğü nokta, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisinden, derin voleybol bilgisinden, engin tecrübesinden, ince ve pratik zekâsından ve ansiklopedik kültüründen camia olarak yeterince istifade edemeyişimizdi. İçinde en ufak bir takıntı, kin ve kompleks barındırmayan Değer ağabey “Türk voleybolunun gelmiş geçmiş en büyük ismi, yegane sembolüdür.
Bir bilgi bankasıydı, bir enerji küpüydü. Atom moleküllerinde bile sevgi zerrecikleri taşıyan bir sevgi yumağıydı… Voleyboldan kaptığı minik sevinçleri mütevazı yaşantısına katık yapabilen, bazen bir Osmanlı beyefendisi, bazen kendisine çok yakışan, şeytana bile pabucunu ters giydiren fırlamanın ta kendisiydi.
Geniş beyin radarları sayesinde, iki ayaklı, aktif, seri ve objektif bir seyyar haber ajansıydı.
Vefakâr, cefakâr bir ağabeydi O… Beni, futbol oynarken, mıknatıs gibi kendisine çeken, hayatımın birçok evresinde yer almış ve de almaya devam edecek unutamayacağım iki voleybol adamından biriydi. (Diğeri de Alper Başaran ağabey)
Değer ağabeyin pire gibi sıçramasını, bir maç öncesi, ısınmada, sıçrayarak ayağı ile basket potasına değmesini hala unutamamaktayım.
İnsanları tebessüm ettirmekten doğal ve insani bir zevk alan Değer ağabeyin en büyük özelliklerinden birisi de edebi, lirik bir kaleme sahip oluşu, Babıali kültürüyle kendini yetiştirmiş bir azınlık içerisinde yer almasıydı. Hele o yaşayarak anlattığı fıkralar, o sanat dalında yer almamış olmasına rağmen artistik yeteneğini de sergilemekteydi.
Hiç unutmam, bir gece Milliyet gazetesinin Cağaloğlu’ndaki eski binasında, spor servisindeyiz. Anlayacağınız gibi gece vardiyası, yani gece nöbeti… Nöbet tutanların ikisi Değer ağabey ve rahmetli Altan Erbulak ağabey.
Altan Erbulak deyip sakın geçmeyin; tiyatro aktörü, film yıldızı, köşe yazarı, karikatürist, senarist vs… Kısacık boyu, incecik bıyıkları, 8 numara teleskop gözlükleriyle tam tip. Üstelikte acayip kekeme… Gülmek için yüzüne bakmak kâfi.
Gündüz oynanan Galatasaray maçında santrafor oynayan günümüzün köşe yazarı Gökmen gol kaçırma rekoru kırmış, maç berabere bitmiş. Hem Değer ağabey, hem de Altan ağabey koyu birer Galatasaraylı olunca o geceki konu da kendiliğinden ve de gündemden oluşmuş.
Altan ağabey ateş püskürerek Gökmen’i eleştiriyor: “U…ulan be.. be… a…adam! Züü..züüü… ra.. ra.. fa..fa… gi.. gi.. gi..bi… gibi.. …ka…kafa… kafan va..var… to.. to.. topa.. bi…bi…bi…bir.. ka…ka..” (kafa vuramadın diyecek.) Değer ağabey bana dönüp, “Önemli değil, ya bir de yazarken kekeleseydi…” demez mi? “
Bu yazı da GSL’den ağabeylerin 50.yıl mezuniyet kitabından.
“Değer Eraybar daha ortaokuldayken babasına, “Ben hayatımı bacaklarımla kazanacağım” dermiş. Bu olayı bize anlatırken iki eliyle bacaklarına vurması hala gözümüzün önündedir. İçimizden yetişen bütün sporcu arkadaşlarımızın şanssızlığı hayata çok erken gelmiş olmalarıydı. Çünkü o dönemlerde Lefter bile büyük paralar kazanamıyor amatörlük ruhu ağır basıyordu.
Değer bulunduğu meclise tat katan bir arkadaşımızdır. Çok iyi bir sporcu olacağını hepimiz biliyorduk. Önceleri futbol oynuyordu. Can Bartu’nun topunu kesmeye kalkması kendisine çok pahalıya patladı. Onunda çarpıştı ve bacağından sakatlandı. O da futbolu bıraktı ve voleybola başladı.
Değer’in büyük bir sıçrama yeteneği olduğu, basket potasına ayağını değdirdiği bilinir. Merak edip ona sorarsanız, sırrını şöyle açıklayacaktır.
“Ben bir Pendikliyim. O tarihlerde her yer gibi Pendik de kırsal bir alandı. Evimiz tepedeydi. Önümüzdeki sahil kayalıktı. Küçük yaştan beri evden deniz kenarına koşarak inmek, anneannem çağırdığı zaman kardeşlerimle tekrar yukarı koşarak çıkmak en büyük zevklerimiz arasında yer alıyordu.
Bir de balık tutmak için bir kayadan ötekine atlardık. Bu bilinçsiz oyunlar benim sıçrama yeteneğimi geliştirdi ve denge sağlamamdaki çok önemli bir temrin oluşturdu. 1.50 santim yüksekliğindeki çıtaları hazır ol da geçer duruma geldim.
Bana yabancı bir antrenör yüksek atlama sporuna geçmemi ve çok başarılı olacağımı söyledi. Çıtadan korktuğum için bu teklifi kabul etmedim ve voleybolcu oldum.
3.05 yüksekliğindeki çembere ayakla değebilmemdeki sır ise, Can Bartu ile çarpışmamda bacağımdaki lifin kopması ya da esnek hale gelmesinde yatmaktadır. Böylece sıçradığımda bacağımı 180 derece yukarıya kaldırabiliyordum. Elbette Pendik’teki doğal antrenmanlar olmasa basket potasına ayakla ulaşmam mümkün olamazdı.”
Değerin hayatı sporculuk, antrenörlük ve spor yazarlığıyla geçti. Adeta babasına verdiği sözü de tutmuş oldu. Değer, 1964 yılında ilk Türk Milli takımında yer alan futbolcu olan, Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Dr. İsmet Uluğ’un kızı Zeynep’le evlenmiş. Eraybar çiftinin düğünleri Galatasaray adasında yapılmış.
Düğünde İsmet Uluğ’un takım arkadaşı eski başkanlarımızdan Ulvi Yenal da hazır bulunmuş. Galatasaray adasına Galatasaray bayrağının yanına Fenerbahçe bayrağı da çekildiğini duyan Fenerliler teknelere atlayıp adanın yakınına gelmiş ve “Galatasaray adasını zapt ettik, adayı fethettik.” diye tempo tutmuş. Ancak düğündeki Galatasaraylılar dışarı çıkıp, “Biz de kızı kaptık, biz de kızı kaptık” diye karşı tezahüratta bulunmuşlar. Böylece düğünde eğlenceli bir olay yaşanmış.
Değer’in uzun bir sporculuk hayatı vardır. Takım sporlarında, üç Avrupa ve iki Dünya Şampiyonası finalinde forma giyen tek sporcu olma özelliğine sahiptir. Değer’in çok başarılı bir antrenörlük ve yazarlık kariyeri vardır.”
Şule Akıncıbay
“Değer ağabeyi ile 1972 senesinde, Balkan şampiyonası için Bulgaristan’a giderken tanımıştım. Tüm seyahat boyunca renkli kişiliği beni çok etkilemişti. Uzun yıllar sonra çıkardığı dergiyi Eczacıbaşı Spor Kulübüne getirmeye başladığında karşılaştık. Dergiyi bebeği gibi severdi. Alt yapı ve spor okulu öğrencilerine takılır, dergiyi sorar voleybolu tanımalarını sevmelerini isterdi. Ben her karşılaştığımda yapacağı esprilerden korkmuşumdur.”
Ertan Kesim
“Bir voleybol literatürü abimiz saygı ve sevgi ile anıyoruz onsuz salonlar çok tatsız kaldı.”
İlter Gülsen Ayata
“Değer ağabeyi taa 1963 yazında ilk milli takım çalışmalarına katıldığımda tanımıştım. Sonra bin türlü vesile ile yollarımız kesişti, milli takımda ve ODTÜ takımında antrenörüm oldu. Hayata olumlu bakışı ve mizahi yeteneği olağanüstüydü. Hasnun Galip’te yeni tanıştığımız günlerde iyi sıçradığımı fark edip bana bunu daha da geliştirebileceğimi söyleyerek kendisinin Pendik sahillerinde kumda koştuğunu söyleyip bana da bunu önermişti.
Ahh canım ağabeyim Ankara’nın göbeğinde ben kumsalı nerede bulayım? Ama bu öneri kulağıma küpe oldu evin kapalı balkonuna derince bir kutu yaptırıp içine kum doldurttum. Kumda koşmak değil ama kumda sıçrama seanslarına başladım ve gerçekten çok faydasını gördüm. Hep düşünürüm şu voleybol için neler yapıyorduk, yapıyoruz… Deli miyiz, neyiz?”
Nur Gençer abiden anılar…
-Koşu-
Galiba 1964/65 yılları askerliğini Ankara’da, Kara Harp Okulunda yapıyordu, geceleri okulda yatıyor, sabah eşofmanlarını giyip Ankara’da yüksek bir konumu olan okuldan komutanların toplu halde okula, işe geldikleri saatte koşarak aşağıya iniyordu.
Sivil eşyaları o sırada yatılı olarak okuduğum TED Ankara Koleji’ndeki benim dolabımda duruyordu. Kolej’e kadar koşup günlük antrenmanını yaptıktan sonra giyinip, kuşanıp özellikle Kolejliler lokaline gidip orada akşama kadar kız erkek herkesi güldürür, neşelendirirdi.
Akşamüstü tam komutanların harp okulundan ayrılma saatinde gene eşofmanları giyer bir taksiyle en yakın noktaya gider, yukarıya doğru sanki bütün gün koşmuş gibi okula girerdi. Sonradan bazı komutanlardan ve Harp okullu voleybolculardan duymuştum; “gerçek sporcu, bütün gün çalışıyor, hazırlanıyor” övgüsünü alırmış.”
-Taklit-
Değer Eraybar, bence hangi dalda olsa çok başarılı olurdu. Spor, sanat, tiyatro, ses sanatçılığı, sinema vs. anormal bir taklit kabiliyeti vardı. Herhangi bir maçtan önce gelir, “Bugün gel bak zamanın en meşhur, dünya çapında bir oyuncusu, x gibi oynayacağım” derdi.
Üç set show yapar, o oyuncu gibi, mesela o zamanlar çok tanınmış Türk pasörü olan Nasuhi Ünlü gibi, Alper Başaran gibi, sonra da Erdal Önder gibi oynardı.
Zeki Müren gibi şarkı söyler, Göksel Arsoy’un taklidini yapardı. Bir de ayağını makas yaparak önce spor salonun (Kolej) kapısının üstüne sonra da basketbol potasına değdirdiğini ben gözümle gördüm.
-İki takımın koçu-
Sonraki yıllarda antrenörlüğe başlamıştı. İstanbul voleybol liglerinde dört küme olduğu yıllarda maçlar bir hengâme idi. Ben diyeyim 100 takım, siz deyin 150 takım var. İlk turlar eleme usulü oynanıyor, Değer ağabey iki takımla birden anlaşmış, belki daha fazla da olabilir.
Onun anlaştığı iki takımdan, biri Et-Balık idi galiba ama ötekini hatırlamıyorum. Kurada birbirlerine düşmüşler. Daha ilk turda yenilen elenecek, her iki tarafın idarecileri de yüksek dozda heyecanlı, bizlerde tribünde bu filmi izlemek üzere hazırız. Takımlar sahaya çıktı ve ısınıyorlar, yöneticilerin gözü kapıda.
Maç İTÜ salonunda oynanıyor. Bilenler bilir iki kapısı vardır bu salonun. Hakem düdüğünü çaldı, 6’lar dizilsin diye… Değer ağabey hala yok, bir anda o kapılardan birinden girdi, hızla takımlardan birinin benchine oturdu ve maç başladı. Arada sırada öbür takımın kenarına doğru bir göz atıyor, maç devam ediyor.
Derken maçı Değer ağabeyin koçluk yapmadığı öbür takım 3-2 kazandı. Değer ağabey ellerini iki yana açtı ve yöneticilere “Ben daha ne yapabilirim” gibi bir tavır yaptı. Öbür tarafa geçti, yöneticilere sarıldı, tebrik etti. Başkan gibi birisinin kulağına bir şeyler söyledi. Sonra sordum “Ne dedin adama” dedim, “Bu işi başka türlü çözemezdik” dedim diye yanıt verdi.
-Ver bir lira-
Değer ağabey parayı hiç sevmezdi, neredeyse hiç para taşımazdı.
Bu yazacağım hikâyeyi İsmail Vuran’ın ilk eşi Nil kardeşimden dinlemiştim. Nil Osmanbey’den dolmuşa biniyor, Eczacıbaşı’na gelecek. Biraz sonra Değer ağabey biniyor ve arka ortaya oturuyor. Eczacıbaşı’nın oraya geliyorlar, inecekler. Nil ücreti ödüyor. Değer ağabey hiç tanımadığı iki yanında oturan kişilere, dönüp “ver bir lira” diyor. İki lirayı da şoföre verip iniyor.”
Hüseyin Uzunoğlu
“Anlatılanların yanında çok da yardımseverdi. 1966 yılında yedek subay öğrenci iken kurada Mardin’i çekiştim. Hemen Değer’i aradım. Ankara’ya gel dedi. 15 gün evinde kaldım ve Jandarma gücünde voleybol oynamam için Nuri Turan hocayla tanıştırdı. Gerçekten de yedek subaylığımı Ankara’da jandarma gücünde voleybol oynayarak tamamladım.”
Tc Erol İnanlı
ağabeyden anılar…
-Olimpiyat-
Değer abi “Ben öldükten sonra mezarımın başımda beni dört sene arka arkaya anarsanız olimpiyat yapmış olursunuz.” demiş. Ben de o olimpiyatta bulunmuştum.
-Para yok-
“Değer abi ile bir dolmuş hikâyesi de benden. Değer abi at yarışlarını çok severdi. Bir cumartesi ben ve arkadaşım İstanbul’da yarışlardayız. Son kuruşumuza kadar paramızı yarışlarda kaybettik. Bakırköy’den Yenikapı’ya yürümeyi düşünürken karşımıza Değer abi çıktı.
“Ne haber çocuklar deyip, bizi Karaköy dolmuşuna bindirdi. Gelin yolda inersiniz.” dedi. Yine dolmuşun arka ortasında o oturuyor bir yanında arkadaşım diğer yanında ise ben.
Kendisini jokey yerine koyup araba sağ sol yaptıkça o da hareketler ile arkadan arabayı idare ediyor ve gülüşüyoruz.
Ben bir ara kulağına “Abi bizde para yok” dedim. “Erol ben daha Pendik’e gideceğim, bende para o kadar, yaktın beni şimdi…” dedi. Sonra sordum “Pendik’e nasıl gittin?” dedim. Trende kaçak gitmiş.”
-Yürü oğlum-
“Değer abi ile bir gün yarış yerinde karşılaştık, elinde biletler ile yanıma geliyor. Yarışın bitmesine de 20 metre falan var. “Bak kazandım, yürü bakayım oğlum” diye bağırıyor. Tuttuğu at potayı geçmeden devrildi. Değer abinin o suratını hiç unutmadım. “Görüyor musun şansı?” dedi.”
Yavuz Isilay
“Değer’in voleybol hayatı 50 senenin üstündedir. Oyunculuk, antrenörlük, idarecilik, gazetecilik, federasyonlar vs. Benim aklımda çakılı olan onun ilk 5-10 senesidir.
Değer’in Türk voleybolundaki önemi bence dünyada tekerleğin icadı gibidir. Türkiye’de voleybolu ondan önce ve ondan sonra diye tanımlarım. Alttan servisler, çekme dediğimiz arkaik smaçlarla oynanan voleybol, Değer ile başka bir boyuta gelmiştir. Benim yaşımdaki birçok insana voleybolu sevdiren kişidir. Çok şeyler öğrendik ondan. Antrenörlüğü vesilesiyle değil, sadece oyununu seyrederek.”
Selay Yoney
“Değer ağabeyle anısı olmayan salonların tozunu yuttum diyemez. Ankara ODTÜ’ye geldiğinde bayağı sansasyon olmuştu ve Ankara’nın bölgesel en büyük gazetesi olan Ulus gazetesinde smaçör adı altında yazılar yazardı.
Ben ilk deplasmanlı lige Boluspor takımında merhaba dedim. Lakin takımda olan büyükler takımı kendileri yapar, taktikleri de kendileri hazırlarlardı.
Teknik üniversite salonunda İtfaiye ile oynuyoruz. Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız Değer ağabeyle maçı seyrediyor. Değer ağabey; “Bakın maç 2-0 oldu, şimdi Ekrem hoca nasılsa maç gidiyor diye Selay ve Erol’u oyuna alacak, maç 2-2 olacak ama İtfaiye maçı zorda olsa 3-2 alacak demiş.
Maç adeta onun söylediği gibi gerçekleşiyor ve etrafı soruyor nasıl bildin diye. Cevap çok enteresan; “Bunca senedir burada at koşturuyorum, müsaade edin de atların durumunu bileyim.” cevabını veriyor.”
Feyza Saysen
“Değer ağabeyi 1972 yılında Galatasaray genç takımına transfer olduğumda tanıdım. Efsane karşımdaydı. 16-17 yaşımda hikâyelerini, ayağıyla potaya değişini dinlediğim insanı yakından tanımıştım. Hayretle ve merakla (Biraz da nasıl olabilir bakışlarıyla) kendisini izlerdim.
Daha sonra yıllar içinde değişik takımlardaki görevlerinde, maçlarda hep karşılaştık, konuştuk.
Yıllar sonra 1985-1987 yıllarında İzmir’e babamın otelinde kalan bir at sever arkadaşına ziyarete geldi. Orada bir müddet kaldı. Çok iyi hatırlıyorum o arkadaşıyla yarış kazandıklarında Büyük Efes Otel’inde kalırlar, pazartesi döndüklerinde de hafta sonu boşaltmadıkları otel odasının ücretini de öderlerdi. Çok önemli bir kişilik ve özellikli bir insandı.”
Hikmet Inanli
“Değer abi İtfaiye takımında antrenörümüzdü. Bir gün antrenmana geldik ve sırada tüm takım gelmesini bekliyoruz. Değer abi kapıdan salona girdi, arkasını duvara döndü ve duvarda sürtünerek gidiyor sonra yere oturdu. Yerde otura otura yanımıza kadar geldi, sonra duvara geri geri gitti ve arkasını duvara dayayarak “Merhaba arkadaşlar.” dedi.
Ve bizler şaşkınlık halinde onun bu hareketlerini takip ediyoruz. “Sağ ol” dedikten sonra; “Abi neden böyle davranıyorsun?” dedik ve bize
“Ulan dün akşam diva ile berabermişsiniz ben sizlere bir daha arkamı döner miyim?” dedi. Tabii ki hepimiz birlikte yerlere yatana kadar güldük. Böyle yaratıcı bir insandı. Onu anlatmakla bitiremeyiz.”
Ahmet Besler
“Bu kadro benim voleybol neslimde gelmiş geçmiş en büyük kadrodur. Sevgili kardeşim Ali Gülel’in tabiri ile bu adamlar Galatasaray formasını çıkarıp A milli takım formasını giyerdi. İlk altı aynı idi.
O 54’e 0 sıfır biten yılda bizim voleybolda çömezlik yılımızdı. Ben Üsküdar’da oynuyordum. Anlaşılacağı üzere her iki maçta da bizi 3-0 yendiler. Unutamadığım bir şey daha var. Erdal Önder’e kendi feykini atıp, otobüs gibi ters tarafa gönderince Haldun Bazlar kahkalarla gülmüştü.”
Sinan Karaca
“Spora meraklı her çocuğun, gencin olduğu gibi benim de bazı idollerim vardı. Bunlar futbol ve basketbolda Can Bartu, voleybolda ise Değer Eraybar idi. Aslında en büyük idolüm, Değer abiydi.
Galatasaray Lisesi’nde daha kısa pantolonlu bir talebeyken okul voleybol takımının bırakın maçlarını antrenmanlarını bile kaçırmazdım. Erdoğan Teziç, Oral Yılmaz, Aral Sürek ve Değer abilerden meydana gelen voleybol takımımız aynı zamanda kulübün hem de milli takımımızın nüvesini teşkil ediyorlar ve voleybol liginin yenilmez armadası olarak rakip tanımıyorlardı.
Voleybolun kısıtlı imkânlarına rağmen Değer abi defalarca Avrupa karmasına seçilmişti. Ve de zamanının milli takımının Avrupa’daki en önemli oyuncusuydu. O bir “efsaneydi.”
Değer abi bir gün tramvaya biniyor ve biletçiye 10 kuruş olan bilet parası yerine 5 kuruş veriyor. Biletçi ters ters bakıyor ve “5 kuruş daha” diyor. Bu seferde Değer abi biletçinin gözlerini içine bakıyor ve sert bir sesle cevabını veriyor “Restt!” Tabii millet yerlerde…
*Devrinin kısıtlı imkânlarına rağmen ilk defa 100’ün üstünde milli olan bir sporcuydu,
*Aktif spor yıllarında Galatasaray formasının dışında sadece milli takım formasını giymiş, hiçbir kulübün cazip tekliflerine sıcak bakmamış bir sporcuydu,
*Bizim gençliğimizde çok önemli bir spor olayı olan Milliyet Yılın Sporcusu anketinde ilk defa olarak yılın sporcusu seçilen bir voleybolcu olmuştu, ne ondan evvel ne ondan sonra hiç bir voleybolcu o kürsüye çıkamadı,
*Benim bildiğim kadarıyla Avrupa karmasına seçilen ilk ve tek Türk voleybolcuydu.
*Ve de günümüzde ben çok iyi bir Galatasaraylıyım diyebilenlerin eline su dökemeyecekleri, sapına kadar bir Galatasaraylıydı.”
Attila Şaylan
“Değer ağabeyin ceket kravatlı yıllarına da olsa yetişebildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Hasnun Galip’in karanlık koridorlarından geçip ambar kapağını kaldırdığınızda içinize voleybol nuru yağardı. Antrenman salonuna o kapağı geçip çıkabilmek bile başlı başına bir antrenmandı.
Bir gün kantar içinde Enver Göçener’in üçüncü dereceden denkleme benzer drill’leriyle boğuşurken kenarda gri takım, yelek ve kravatıyla +50 yaş sınıfında incecik bir adam gördüm.
“Kimdir?” diye sorduk. Değerli bir adam dediler.
Dört numaradan smaca geçmiştik. Ceketini çıkarttı, kollarını sıvadı, Gülüm, Payidar’ın standart tarifesi bir lamba astı ve o yaşlı adam tek adımda sıçrayıp pota çekti! Ağzımız açık bakarken, kollarını indirip manşetleri ilikledi.
Arkamdan koca ellerini omzuma koyan Nedim ağabey fısıldadı:
“Allahtan burada futbol kalesi yok, yoksa tabanını üst direğe değdirdiğinde ağzına sinekler dolardı.”
Sevin Okyay’dan (2 Mayıs 2008)
-Benzersiz bir yıldız-
“Geçenlerde, onca güncel sorun varken neden aklımın ikide birde gerilere gittiğini düşünüyordum. Bunun (ağır ağır bunama dışında) bir nedeni, sporun farklı bir anlam taşıdığı, sporcuların bu sıfatı hak ettiği eski günlere duyulan özlem ise, bir nedeni de o sporcuların birbiri ardınca ölmesidir herhalde. Hepsini kendimize yakın hissettiğimiz, bir kısmı arkadaşımız olan sporcular…
Değer Eraybar’da bunlardan biridir. Her şeyden önce, Spor ve Sergi Sarayı’nda voleybol ve basketbolun popüler olduğu dönemin oyuncularındandı: dolu tribünler önünde oynayan basketçiler ve voleybolcular. O devrin sembol basketbolcuları ve voleybolcuları bizim gözümüzde futbolcular kadar “Yıldız”dı. Ama Değer, gerçek bir yıldızdı.
Onun ölüm haberini alınca, sabık Galatasaray Adası’ndaki bir fotoğrafı hatırladım. Sinan Erdem, Güngör Demirtaş, Erdoğan Teziç, Aral Sürek, Oral Yılmaz, Değer Eraybar Galatasaray’ın 1957 (sanırım) Türkiye şampiyonu kadrosu. Bir tür “Yenilmez Armada.” Yanılmıyorsam bu spora en hakiki anlamıyla gönül vermiş sevgili Meno Zamboğlu’da o fotoğraftaydı.
Değer, Galatasaraylıydı. Gerçi o devrin Fenerbahçe Başkanı İsmet Uluğ’un kızıyla evlenmişti ama voleybola Galatasaray’da başlamış, orada bitirmişti. Uzun meslek hayatı boyunca sadece Galatasaray forması giymişti, Galatasaray’ın kaptanlığını yapmıştı. Yüz kereden fazla milli olan ilk voleybolcuydu. 101 kere milli takımda yer almış, 92 kere de kaptanlık yapmıştı.
Herkesin, onun ölümünün ardından tek kelime eklemeksizin, “Değer”li başlıklarla kullandığı AA haberi, “Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak hayatını kaybetti” diyor. Yetmiş iki yaşındaymış. Benden altı yaş büyükmüş demek, ben aramızdaki fark daha az sanırdım. Sporu bıraktıktan sonra antrenörlüğü başlamış ve milli takımların yanı sıra İsveç’in Norköpping takımını da çalıştırmış. Aktif sporu bıraktıktan sonra Türkiye Spor Yazarları Derneği üyesi bir spor yazarı olarak da spora katkıda bulunmuştu.
Peki, o yerçekimi yokmuşçasına sıçramalar ne olacak? Karşılanmaz smaçlar, teknik servisler, karşılanıp püskürtülen hücumlar, yerini bulan paslar? Uzun süre tek adam, bir numara olmaklar? 1956-1968 yılları arasında milli takımın değişmez adamı, kaptanıydı. “Türk voleybolunun Doğu Avrupa anlayışına geçiş döneminde yetişmiş en büyük sporculardan biri” diyor bir yazıda. Murafa’nın yardımcılığını yaparak başlamıştı antrenörlüğe. Bir voleybol stilinden diğerine geçmeye çalışılan yıllarda, çabuk öğrenen ve öğrendiğini uygulayan biri olarak, bir sonraki kuşak üzerinde çok etkisi olmuştur.
Ama esas olarak Doğu Avrupa Voleybolu oyuncusuydu. Ayrıca iki Dünya (1956-Paris, 1966-Prag) ve üç Avrupa (1958-Bükreş, 1963-Çek Parducbice, 1967-Ankara) şampiyonasında oynayan tek voleybolcu Değer Eraybar’dır.
Gene de benim için hepsinden önce, Aral ağabeyimin arkadaşı, takım arkadaşı Değer’dir. Aral ağabey, onunla aynı dönemde Galatasaray’da ve milli takımda oynamış olan Aral Sürek’ti, ya da Deli Aral. Maltepe’de otururlardı, biz de her yaz Maltepe’ye giderdik. Annelerimiz o kadar iyi arkadaştı ki, onun annesine de “anne” derdim. Benim için hep “teyzemin oğlu” olmuştur.
Maltepe yazlarının en hoş taraflarından biri, her akşam oynanan voleybol maçlarıydı. İyide bir takımımız vardı. Pendik’in de iyi bir takımı vardı, çünkü Değer’de Pendik’te otururdu. Başka takımlarla da kapışırdık, hatta bir keresinde Bakırköy’e bile gittiğimizi hatırlıyorum ama esas heyecan, Maltepe-Pendik maçlarındaydı. Her yaz birkaç maç yapardık, gece maçları.
Sahalar bayağı göz gözü görecek şekilde aydınlatılırdı. Altmışlar öncesindeki yıllardan bahsediyorum. Bazen de hep birlikte, cümbür cemaat ada maçları yapılırdı ve bu vesile ile Değer ile Aral aynı takımda oynardı; Galatasaray’da olduğu gibi. Dolayısıyla bizde Değer’i, Maltepeli ve Pendikli olmayan çocuklardan daha çok sayıda maçta görmüştük.
O günleri, o sporcuları ve gerçekten benzersiz Değer Eraybar’ı, hasretle ve sevgiyle anıyoruz…”
İşte “Cennet takımı”nda bugün bir Değer Eraybar günüydü…
Anılarıyla, hikayeleriyle canlı o “biz” lerle yaşıyor.
Onsuz olmazdı gerçekten, hiç olmazdı.
Sağol Saygun’um sağol.
Onu tekrar anmamıza, hikayelerini daha genç kuşaklara aktarmamıza vesile olduğun için varol.
Biliyorum ki oralardan bir yerlerden bize gülümseyerek bakıyor Değer ağabey…
Teşekkürler Gülnur Görgün…